Loading...

Osmanlı'da kadın


Osmanlı'da toplumsal cinsiyet algısı ve Osmanlı'da kısaca kadının yeri:
Osmanlı’da kadının yeri konuşulunca hemen haremdeki cariyelere, paşa kızlarına verilen sanat ve ilim dersleriyle övünen bir zavallı zümre peyda olur. Oysa haremdeki istisnalarla tarih aklanmaz. Kimse Anadolu kadınının halini sorup sorgulamaz. Kuruluştan Tanzimat’a dek halk içinde müspet ilimle uğraşan bir kadın bilim insanı neredeyse yoktur. Zira onlara bu dönemler arasında müspet ilim dersleri verilmezdi. Aldığı eğitim, yemek, dikiş ve biraz da dini bilgiden ibaretti. Nerede duracağını, nasıl giyineceğini, nereye gidemeyeceğini kadının kendisi değil, toplumun ataerkil zihniyeti belirlerdi.

Örneğin; ❝Osmanlı padişahlarından III. Osman'ın dışarıya çıktığı zaman kadınların dışarıda gezmesini yasaklamıştır. Ayrıca kadınların açık giyindiğine dair dedikodular çıkması sonucunda kadınların kıyafetlerine de kısıtlamalar getirilmiş ve kayığa binmeleri yasaklanmıştır. Sultan III. Selim ise kadınlara açık elbiseler dikmemesi için terzileri uyarmıştır. Bunlardan başka evlerin pencereleri, dışardan görünmeyecek şekilde örüldüğü görülmektedir. Ayrıca boğazdan geçen kayıkçıların evleri görme ihtimaline karşı boğaz kenarındaki yalıların yüksek duvarlarla kapatıldığı da görülmektedir.❞

Kadın entelektüellere örnekler:
Beni en çok ne şaşırttı biliyor musunuz? Böyle baskıcı bir düzende, Tanzimat öncesinde, üstelik saray çevresinden dahi olmayan kadınların edebi ve entelektüel bir kimlik kazanmış olması. Fakat bu o kadınların başarısı, devlete atfedilmemeli. Sizlere örnekler sunayım: Mihrî Hatun mesela, adı 1985’te Venüs’te bir kratere verilmiş. (Ayrıca bknz: https://planetarynames.wr.usgs.gov/Feature/3006) Zeynünnisa Zeynep, Hubbi Hatun, Zübeyde Fıtnat Hanım... Hepsi divan edebiyatı şairi, hepsi erkek tahakkümünün en koyu zamanında sesini yükseltmiş kadınlar. Oysa biz ne sanırız? Ortaçağ Avrupası’nda bile entelektüel kadınlar çıkmış, bizde ise imkânsızmış gibi anlatılır. Avrupa'da Olympe de Gouges, kadın haklarını savunduğu için giyotine gönderildi. Ve evet, yine de konuştu. Çünkü susmamak bazıları için doğuştan gelen bir reflekstir. Demek ki mesele coğrafya değil; direnişin doğasında var olmakla, yok sayılmaya inat var olmaktır.

(Osmanlı'nın) Batılaşma döneminde kadının yerine dair nadir örnekler:
Osmanlı’da kadınların ticaret sahnesinde yer aldığı, 1793 yılında Karaman, Konya, Ereğli ve Karapınar’da çocuklar ve kadınların pazarda sattığı pamuklu bezlerden vergi alınmaması, sadece esnafın üretiminden vergi alınması emriyle belgelenmiştir (BOA, C.İKTS, 24 / 1186 – 1). Sultan Abdülhamid Han ise kadınların eğitimi ve sağlığına yönelik adımlarında örnek teşkil eder; 1886’da Haseki Nisa Hastanesi’nde kadınlara özel göz hastalıkları bölümü açılması kararı (BOA, DH.MKT, 1378 / 98), kadın entelektüellere destek ve ödüller verilmesi (BOA, İ.DH, 1181 / 92365; 1324 / 25 – 8; İ.ML, 27 / 49; İ.TAL, 161 / 43 – 3; 161 / 41 – 2), asker annelerine maaş bağlanması talebi (BOA, ŞD, 631 / 32 – 2) ve Müslüman kadınlara mahsus müzik okulunun kurulması önerisi (BOA, DH.MKT, 1132 / 91) onun döneminde gerçekleşmiştir. Bu belgeler, saltanatın cilveli tebessümünün ardındaki gerçek ilgi ve pragmatik yaklaşımı gösterir; bir yandan kadın emeğini gözardı etmeyip vergisel ayrıcalık tanırken, diğer yandan kadının sağlık, eğitim ve sosyal statü alanında varlığını kurumsallaştırma çabasını gizlemez.

Sonuç:
Şuradan açıkça görülüyor: Tanzimat sonrası kadınlara tanınan haklar, Tanzimat öncesine kıyasla belirgin biçimde fazladır. Özellikle Sultan II. Abdülhamid dönemine bakıldığında, kadının yeri yalnızca ev değildir. Kadın, ticarette, eğitimde, sağlıkta, edebiyatta ve bilimde aktif rol almıştır. İslamcı kimliğiyle bilinen bu padişahın icraatları, bugün "Kadının yeri evidir, görevi sadece eşlik ve anneliktir" diyerek dine sığınanlara doğrudan bir cevaptır. İlginçtir, Abdülhamid’i yüceltirken onun kadın politikalarını görmezden gelirler. Tutarsızlık mı, cehalet mi, bilinmez. Ama ortada apaçık bir ironi var.

Türkiye'de kadına ilk haklar ne zaman verildi?
Ayrıca modern Türkiye’de kadın hakları gökten inmedi; zemin Tanzimat’la serildi, II. Meşrutiyet’te derinleşti, Cumhuriyet’te ise kurumsallaştı. Asıl dönüştürücü olan ise, hukuki eşitliğin anayasaya taşınması ve kadınların kamusal alanda eşit yurttaş olarak tanınmasıdır. Cumhuriyet’in farkı, bu eşitliği bireysel lütuflarla değil, hukuki devrimlerle tesis etmiş olmasıdır. Başka türlü, bu ancak hayal ürünü olurdu.