Evrensel ahlak var mıdır?
Ahlak denilen şey, aslında toplumların kendi korkularını meşrulaştırmak ve hazlarını kutsamak için icat ettiği kurallar silsilesinden ibarettir. Kimileri buna “erdem” diyerek yüceltir, kimileri “doğru” etiketiyle pazarlamaya çalışır; oysa gerçek, oldukça yalındır: Ahlak, herhangi bir kültürel zümrenin zamanla mutabakata vardığı davranış kodlarının törensel biçimde fetişleştirilmesidir. Başka bir ifadeyle, kolektif histerinin norm haline getirilmiş hâlidir.
Ahlak denilen şey, aslında toplumların kendi korkularını meşrulaştırmak ve hazlarını kutsamak için icat ettiği kurallar silsilesinden ibarettir. Kimileri buna “erdem” diyerek yüceltir, kimileri “doğru” etiketiyle pazarlamaya çalışır; oysa gerçek, oldukça yalındır: Ahlak, herhangi bir kültürel zümrenin zamanla mutabakata vardığı davranış kodlarının törensel biçimde fetişleştirilmesidir. Başka bir ifadeyle, kolektif histerinin norm haline getirilmiş hâlidir.
Evrensel ahlak diye bir iddiada bulunmak, neredeyse evrensel damak tadı olduğunu iddia etmek kadar gülünçtür. İnsanlık tarihine şöyle kısaca bir göz atmak yeterlidir: Bir coğrafyada taşlanarak öldürülen davranış, başka bir yerde ödüllendirilir. Aynı eylem, bir toplumda tabu; ötekinde tören. Kadına dair normlar, bu trajikomik çelişkinin en çıplak örneğidir. Bir kültürde kadının sesi bile bastırılması gereken bir günahken, başka bir kültürde o sesin ahengiyle konser salonları dolar. Bu bile başlı başına, ahlakın ne kadar istikrarsız, tutarsız ve nihayetinde keyfi olduğunun kanıtıdır.
Ahlak; zamanın ruhuna, mekânın çarpıklığına, halkın oportünizmine ve insanın duygusal çöküntülerine göre eğilip bükülen, içi boşaltılmış bir itaat makinesidir. Kendi kendini ciddiye alan bir yalandır. Ne evrenseldir, ne de tutarlı; sadece daha güzel paketlenmiş korkudur. Ve belki de en iğrenci: Yüzyıllardır hakikatmiş gibi sunulan bir kurmaca.
Evet, bu sıradanlaşmış ahlakın kısa bir tanımı...
Evet, bu sıradanlaşmış ahlakın kısa bir tanımı...
Bireysel Erdem: Güç İradesinin Tezahürü Olarak Ahlak
Bireysel erdem, kitlelerin alkışladığı sahte tevazuların, çürümüş geleneklerin ve sürü psikolojisinin dayattığı konformist ahlak kalıplarının ötesinde, insanın kendi varoluşuna biçtiği içsel yasadır. O, dışsal otoritelerin yahut tanrısal tahayyüllerin lütfu değil, varoluşun ağırlığını omuzlamayı göze almış bir bireyin kendine koyduğu kanundur. Bu erdem, pasif bir iyilik değil, aktif bir iradedir; güçsüzlerin sığındığı vicdan oyunları değil, kudretli bir bilincin eylem ilkesidir.
Nietzsche’nin tabiriyle söylemek gerekirse: Bireysel erdem, köle ahlakının değil, efendi ahlakının çocuğudur. O, sürüden ayrılma cüretini gösterebilenlerin, "neden yaşıyorum?" sorusunu ucuz tesellilerle değil, çıplak gerçekle karşılayanların taşıdığı bir yükümlülüktür. Vicdan değil, yargıdır; pişmanlık değil, sorumluluktur; boyun eğmek değil, yaratmaktır.
Modern toplumun erdem anlayışı, fazilet kisvesi altında saklanan bir zaaflar sistemidir. Orada birey yoktur; sadece sistemin çarkları arasında silikleşmiş, vasatın konforunda erimiş bir yığın vardır. Oysa bireysel erdem, vasatlığı reddetmekle başlar. O, kendine kendi olanı seçmek, dayatılmış kimlikleri, rol kalıplarını, ideolojik mayın tarlalarını yıkmaktır. Erdem, kendi yasasını kendi içinde doğurabilenin mahrem mesaisidir.
Bireysel erdem, kanaatkârlık değil, doyumsuzluktur; çünkü hakikat, hiçbir zaman yerinde sayanları değil, yürüyenleri sever. O, yüceltici bir yalnızlıkta serpilir. Kalabalığın övgüsüne değil, kendi iç yargısının sessiz infazına kulak kesilir. Ne alkış bekler, ne af diler. Çünkü o bilir ki gerçek erdem, ancak güçle mümkündür. Zayıf olanın erdemi, korkunun estetize edilmiş hâlidir.
Bireysel erdem, bir tür kendine sadakat sanatıdır; fakat bu sadakat, durağanlığa değil, dönüşüme yöneliktir. Her an yıkılan, her an yeniden kurulan bir iç mimaridir bu. İnsanı “olmuş” değil, “olmakta olan” bir varlık olarak kavrayan Dionysosçu bir tavırdır. Sarsıcıdır, yıkıcıdır; ama inşa ederken de merhamet değil, keskinlik taşır.
Bu erdemin özü, maskesizliktir. İnsan ya çıplaktır ya da hiçtir. Erdem, kendini kandırmama kudretidir. İnsanın, kendi iç çirkinliğini, ikiyüzlülüğünü, zaaflarını soğukkanlılıkla göğüslemesi, onlarla romantikleşmeden hesaplaşmasıdır. Erdemli insan, kendine bile acımayan insandır.
Sonuç olarak, bireysel erdem, sürüden kopma cesaretidir. Güçsüzlerin icat ettiği erdemlerden değil, kendi değerini yaratma kudretinden doğar. Yumuşak kalplerin değil, sert bilinçlerin alanıdır. Bireysel erdem, insanın kendisine karşı yürüttüğü acımasız bir savaştır. Ve yalnız kazananlar konuşma hakkına sahiptir.